19 Ocak 2011 Çarşamba

“ ADI AYŞE"



“Hayat ve Hüzün’de anlatıyorum kim olduğumu. Ayrıntıları merak eden kitapları okuyabilir ama kısaca tekrar etmek gerekirse; Türkiye’nin büyük şehirlerinde yaşayan tüm diğer kadınlardan fazla farkı olmayan biriyim. Çoluklu çocuklu, hayatını kazanmak zorunda kalmış, yaşamın kimi zaman gülümsediği, kimi zaman hoyrat davrandığı, yemeğini kendi pişiren, çarşıya alışverişe giden sıradan bir insan!”
                                                                         Ayşe Kulin                                                                                          

Romanlarınızda gerçeklik ve kurgu arasındaki oranı nasıl dengeliyorsunuz? Kurgu olarak yazdıklarınızın gerçek olarak algılandığı zamanlar oluyor mu?
Zaten romanlar da hayatı anlatmazlar mı? Her hayat bir romandır ve her romanda gerçek hayattan kişiler, olaylar hikâyeler vardır. Bilim kurgu yazarken dahi, tanıdığımız insanlar üzerinden betimleriz ana karakterlerimizi. 
Duru ve akıcı bir dil kullanmanız büyük okuyucu kitleleri tarafından takip edilmenizi kolaylaştırdı. Sizin tercihleriniz nelerdir?
Duru, akıcı, anlaşılabilen bir dildir, aynen benim kullandığım gibi. Ben her şeyin doğal olanını severim. İnsanın da, gıdanın da dilin de.
Çok satan kitapların yazarı olmak edebiyat çevrelerinde sizi pek çok eleştirinin hedefi yapıyor. İlk başta bu eleştiriler sizi yıprattı mı? Karşı tarafın da haklı olabileceğini düşündüğünüz zamanlar oldu mu?
Sadece benim için değil, her kitabı çok satan yazar için, ‘çok satan kitapların yazarı olmak gibi bir durum’ gerçekten var! Benim kitaplarımın yanı sıra, çok iyi edebiyatçıların eserleri de çok sattı. Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Adalet Ağaoğlu,  yoğun çalıştıkları dönemlerde çok okunan yazarlardı. Çok sattıkları için kötü yazar kategorisine mi sokacağız onları da? Yıpranmaya gelince, yıpranmadım. Karşı taraf haklı mı haksız mı diye beni düşüncelere sevk edecek bir eleştiri yazısı keşke yazılaydı.  Ama eleştiri değil sadece saldırı geldi. Beğenenin de beğenmeyenin de, saldıranın da canı sağ olsun!
 Size Türk romancıları sorsak; tarihimizden ya da günümüzde etkilendiğiniz isimlerden kimlerin adını verirdiniz?
Beni ortaokul sıralarında edebiyatla tanıştıran ve aramdaki sıcak bağı kuran rahmetli Nezihe Meriç ve Sevgi Soysal başta olmak üzere,  Adalet Ağaoğlu, Ayla Kutlu benim etkilendiğim, hayran olduğum yazarlardır.
Geçen gün bir yazarla röportaj yaptık. Kendisi bize “yazar hep bir yerlerden esinlenir”  dedi. Mesela bir kadın, bir adamdan… Siz nelerden esinleniyorsunuz?
Yaşadıklarımdan, etrafıma gördüklerimden, ben de iz bırakanlardan. Allahtan meraklı bir insanım ve bana ilginç gelen olayların ya da insanların izini sürüyorum. Örneğin, vefat eden diplomatların cenazelerine gelen İsrail heyeti dikkatimi çekti, araştırma sonucunda Türk Diplomatlarının 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’daki Yahudileri kurtardığını öğrendim ve Nefes Nefese’yi yazdım. Fırat’ın üzerindeki köprü ilgimi çekince, hikâyesini dinleyip Köprü’yü yazdım. Bosna’daki savaş ve soykırım Sevdalinka’yı yazmayı ilham etti.
İlham kaynaklarınız nelerdir? Tıkandığınızı düşündüğünüz zamanlar için geliştirdiğiniz refleksleriniz var mı; açık havada bir yürüyüşe çıkmak ya da kendinize yaptığınız bir fincan Türk kahvesi gibi?
İlham kaynaklarım, derdi hiç bitmeyen yurdumun meseleleri. İnsan bu ülkede yaşarken konusuz kalmaz. Tıkandığımı düşündüğümde, yazmayı hemen bırakır kitap okurum.
Bazı haber kaynaklarında çok çalışmaktan kolunuzu sakatlandığınız yazıyor. Nasıl bir çalışma rutininiz var? Disiplinli ve sürekli mi çalışıyorsunuz? Yoksa romanı tamamladıktan sonra bir rahatlama sürecine girdiğiniz oluyor mu?
Sürekli ama disiplinsiz çalışıyorum. Sekiz torunlu biri disiplinli çalışamaz. Önceliklerim her zaman çocuklar ve ailem. Bu nedenle herkesin uyuduğu sabah saatleri, 6-10 arası en verimli zaman benim için. Bir kitap tamamlanınca, rahatlamak bir yana,  en kötü evreye girerim. Röportajlar, televizyon programları, imza günleri… Rahatım iyice kaçıyor ve benim açımdan hiç yaratıcı olmayan bir dönem başlıyor.
Başka sanat disiplinlerine ilginiz var mı? Mesela bir resim sergisini ya da bir Türk müziği konserini ilham kaynağı olarak aldığınız oluyor mu?
Müzik ve resim benim ilgi alanlarım, ilham alanlarım değil. On yıl boyunca Resim Heykel Müzeleri Derneği’nin Yönetim Kurulu’ndaydım. Özellikle çağdaş resimle sıkı bir ilişkim var. 5 yıl Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nin jurisindeydim. Her mevsim en az 40 oyun seyretmek zorunluluğu vardı. Sanat dallarını birbirinden ayırmak zaten mümkün olmuyor. Hepsi birbirinden beslenen disiplinler. Bir de şunu söyleyeyim, iham öyle bir köşeden, bir besteden ya da bir tuvaldeki fırça darbesinden belirivermiyor. Oturup çalışıyorsunuz saatlerce, günlerce. İlham dediğiniz, sabırla çalışmaktır.
Günümüz Türkiye’sini ve içinden geçtiğimiz süreci tanımlamak istersek hangi kelimeleri daha çok kullanırdınız?
Şizofrenik.
Siz de Başbakanın yazarlarla yaptığı kahvaltıya katılmıştınız. Hükümetin son dönem açılımla ilgili çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz.
O açılıma çok destek vermiştim. İlk kez bir iktidar masa başında uzlaşma yoluna gidiyor diye sevinmiştim. Ne yazık ki sonunu getiremediler. Seçim öncesinde açılım yapmak kolay değil, neticeyi görmek için seçim sonrasını bekliyorum.
Leyla Zana’nın biyografisini yazmak istemiştiniz. Bu düşüncenin arkasındaki temel motiveniz neydi?
Hapse atılmış bir kadın milletvekilinin hayatı kime ilginç gelmez ki!  Benim bilmediğim, tanımadığım bir coğrafyayı ve o bölgenin yaşam tarzını da temsil de ediyordu üstelik. Ne yapalım, nasip değilmiş. 
Sizce İstanbul ya da Ankara gibi büyük şehirlerde yaşayan yazarların doğuya bakış açısında kör noktalar var mı? Oryantalist bir bakış açısıyla gerçeklerin bütününden uzaklaşıldığı oluyor mu?
Doğuyu görmeden, orada yaşamadan Türkiye’yi anlamak ve resmin bütününü görmek mümkün değildir. Doğuya dair yazmak isteyenlerin önce o coğrafyada bir kış geçirmeleri gerekiyor. Oryantalist bir bakış açısına değil çok realist bir bakış açısına sahibim. Kürtlerin yaşadığı bölgede orta çağı yaşamakta direnen insanlar da var, kendini çok geliştirmiş insanlar da var.  
Bazı yazarlar kitaplarının tanıtımı için reklam ajanslarıyla birlikte çalışıyorlar, profesyonel bir PR çalışması gerçekleştiriliyor. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsteyen istediği gibi tanıtım çalışması yapar. Bizdeki mesele şuradan kaynaklanıyor, tanıtım için para gerekli. Sonuçta parası olan ya da arkasında parayı bastıracak grubu, cemiyeti olan yazarlar haliyle öne çıkıyorlar ve bu,  iyi yazdıklarını ama gerekli tanıtımı yapamadıklarını düşünenlerde bir burukluk oluşuyor. Adalet nerede var ki, yazarlar arasında olsun? Bu durumu da kabullenmek lazım!
Sizin de takip ettiğiniz çok satan yazarlar var mı?
Ben gündemdeki meslektaşlarımın yeni çıkan kitaplarını mesleki bir merakla okumaya çalışırım. Çok satıyorlar diye, bir Ahmet Ümit’i, bir İskender Pala’yı, bir Ece Temelkuran’ı okumayacak halim yok, herhalde! Keyifle okuyorum hepsini.
Kitabınız basıldıktan sonra satış rakamlarıyla ilgileniyor musunuz? Yoksa kitap basıldıktan sonra tek odağınız gelecekteki projeler mi oluyor?
Hiç ilgilenmiyorum, ilgilenmeye kalksam anlamam da zaten. Benim kafam, Hayat’da yazdığım gibi rakamlara basmaz! Bu işleri benim için Barbaros Altuğ takip ediyor. Ben sadece yazmakla ve okumakla meşgulüm
Son dönemde Osmanlı Tarihi’ne oldukça fazla ilgi var. Bu ilgiyi ve son zamanlardaki gelişmeleri takip ediyor musunuz?
Muhteşem Yüzyıl dizisine yapılanları hayret ve ibretle izliyorum. Bir dizi kaldırılsın diye sancak ve bayrak altında yürümek için çıldırmış olmalı insanlar. Siz bir de bu diziye onca yatırımı yapan kişinin halini düşünün! Onca emeği düşünün! Biz toplum olarak hiç  mi büyüyemeyeceğiz acaba?
Sizin de aklınızdan bir gün yakın tarihten sıyrılarak 15-16.yy Osmanlı Dönemi’ni anlatan bir kitap yazmak geçiyor mu?
Geçiyor idiyse bile, Muhteşem Yüzyıl’a yapılanlardan sonra vazgeçtim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder