Kırmızı ve siyahın dansıdır tango.
Müziği bile davetkârdır. Kışkırtır sizi. Pistte olmak istersiniz. Size bir el
uzandığında reddetmek gelmez içinizden.
İyi bir tango dansçısı; ritmi ve iyi bir müzikal kulağı olan
kişidir. Aynı zamanda kadına saygı göstermelidir ki, doğru zamanda doğru
partner
ile ne yapacağını bilebilsin. Kendisini kadına adapte eder. Kadının
kendisini en iyi dansçı olarak hissetmesini sağlar. Kadın için dans eder. Eğer
komplike figürleri zarafet içinde yapabiliyorsa, bu onun iyi olduğunu gösterir
ve eğer partneri ile uyum içinde dans edebiliyorsa, o zaman mükemmel bir dansçı
demektir.
Pablo Veron
Pablo Veron
..........
Tango dendiğinde ilk akla gelen,
nedense tutku olur. Tango, aşkın ve tutkunun dansıdır. Kadın ve erkeğin her
hareketinde, her bakışında ya da duruşunda tutkulu bir aşkın resmini
görürsünüz. Aşk, müzik, beden dili, tutku, gurur, nefret, kavuşma, ayrılık... Yani
iyi bir aşk hikâyesi görmek isterseniz; tango yapan bir çifti izlemeniz yeterli
olur.
Tangoda iki beden tek bir ruh olur.
Bizim aşktan da aradığımız bu değil midir? Bir güç gösterisidir tango ve daha sonra da
uzlaşma...”Güllerin Savaşı “ filminin dansa uyarlanmış hali gibidir.
Kırmızı ve siyahın dansıdır tango.
Müziği bile davetkârdır. Kışkırtır sizi. Pistte olmak istersiniz. Size bir el
uzandığında reddetmek gelmez içinizden.
Al Pacino’nun emekli olmuş kör bir subayı
canlandırdığı “Kadın Kokusu” filmindeki tango sahnesi de bunun en güzel örneği
değil midir? Dans etmesini bilmeyen birini bile tango tutkunu yapabilir bu
sahne. Taş bir kalp bile kör bir adamın tango tutkusunun karşısında eriyip
gidebilir.
Bu tutkulu aşk; sizi yaralar ama
gururundan yaralarınızı saramaz. Müziğin ruhunuzu iyileştirdiği söylenirken,
tango ruhunuzdaki yaraya basılan tuz gibidir...
Canınız yanar ama yaranızı bir tek o dağlar...
Bu
tutkulu aşkın dansı; içinde hüznünü de barındır. Hüznün sert
adımları olarak ta tanımlanan tango için; tangonun büyük şair ve
müzisyenlerinden Santos Discepolo; "Tango, dans edilen hüzünlü bir
düşüncedir" der.
Bu
hüznün nedenlerinden biride tango müziğinde kullanılan Bandoneon’dur. Bandoneon
yaklaşık bir metre açılıp uzayan bir Akordeon'a benzer ve içinden kırk kör
kuşun seslerinin çıktığı bir müzik aleti olarak da tanımlanır. Bu kırk kör
kuşun bir öyküsü de vardır:
"Eskiden
güzel ötsün diye ötücü kuşlar, gözlerine iğne batırılarak kör edilirmiş. Kör
olan kuş, görme yetisi yoksunluğundan olsa gerek öterken öylesine güzel, lirik,
hüzünlü bir ses çıkartırmış ki, en duygusuz insanın bile yüreği
titrermiş."
Günümüzde ise tango, sadece belli bir kesimin tercih
ettiği bir dans türü olarak benimsense de aslında tangonun ortaya çıkış öyküsü
sıradan ve acılı insanlara kadar uzanıyor.
1800'lü yıllarda Arjantin'deki genelevlerden çıktığı bilinen tango, Latince dokunmak anlamına gelen "tangere" kelimesinden türüyor. Buenos Aires'e yerleşen milyonlarca göçmenin buraya kendi müziklerini, örf ve adetlerini beraberinde getirmesiyle hüzünlü serüvenine başlayan tango, büyük ümitlerle topraklarını terkeden, kendilerini büyük kentin karmaşası içinde bulan bu insanların duygularıyla ortaya çıkıyor.
Bu yıllarda yaşanan göçün olumsuz sonuçları, düş kırıklıkları, kadınları genelevlere sürüklerken, erkekler de içki kadehlerinde ve kadın kokularında tesellilerini aradılar. Tango müziği, onların yalnızlıklarını ve öfkelerini bir kat daha artırıp bir keder ve ölüm dansı olarak kabul edilirken, günümüzde de tutkunun ve aşkın dansı olarak efsaneleşiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder