“Hayat ve Hüzün’de anlatıyorum kim olduğumu.
Ayrıntıları merak eden kitapları okuyabilir ama kısaca tekrar etmek gerekirse;
Türkiye’nin büyük şehirlerinde yaşayan tüm diğer kadınlardan fazla farkı
olmayan biriyim. Çoluklu çocuklu, hayatını kazanmak zorunda kalmış, yaşamın
kimi zaman gülümsediği, kimi zaman hoyrat davrandığı, yemeğini kendi pişiren,
çarşıya alışverişe giden sıradan bir insan!”
Ayşe Kulin
Romanlarınızda gerçeklik ve kurgu
arasındaki oranı nasıl dengeliyorsunuz? Kurgu olarak yazdıklarınızın gerçek
olarak algılandığı zamanlar oluyor mu?
Zaten
romanlar da hayatı anlatmazlar mı? Her hayat bir romandır ve her romanda gerçek
hayattan kişiler, olaylar hikâyeler vardır. Bilim kurgu yazarken dahi,
tanıdığımız insanlar üzerinden betimleriz ana karakterlerimizi.
Duru ve akıcı bir dil kullanmanız
büyük okuyucu kitleleri tarafından takip edilmenizi kolaylaştırdı. Sizin
tercihleriniz nelerdir?
Duru, akıcı,
anlaşılabilen bir dildir, aynen benim kullandığım gibi. Ben her şeyin doğal
olanını severim. İnsanın da, gıdanın da dilin de.
Çok satan kitapların yazarı olmak
edebiyat çevrelerinde sizi pek çok eleştirinin hedefi yapıyor. İlk başta bu eleştiriler
sizi yıprattı mı? Karşı tarafın da haklı olabileceğini düşündüğünüz zamanlar
oldu mu?
Sadece benim
için değil, her kitabı çok satan yazar için, ‘çok satan kitapların yazarı olmak
gibi bir durum’ gerçekten var! Benim kitaplarımın yanı sıra, çok iyi edebiyatçıların
eserleri de çok sattı. Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Adalet Ağaoğlu, yoğun çalıştıkları dönemlerde çok okunan
yazarlardı. Çok sattıkları için kötü yazar kategorisine mi sokacağız onları da?
Yıpranmaya gelince, yıpranmadım. Karşı taraf haklı mı haksız mı diye beni
düşüncelere sevk edecek bir eleştiri yazısı keşke yazılaydı. Ama eleştiri değil sadece saldırı geldi.
Beğenenin de beğenmeyenin de, saldıranın da canı sağ olsun!
Size
Türk romancıları sorsak; tarihimizden ya da günümüzde etkilendiğiniz isimlerden
kimlerin adını verirdiniz?
Beni ortaokul
sıralarında edebiyatla tanıştıran ve aramdaki sıcak bağı kuran rahmetli Nezihe
Meriç ve Sevgi Soysal başta olmak üzere,
Adalet Ağaoğlu, Ayla Kutlu benim etkilendiğim, hayran olduğum yazarlardır.
Geçen gün bir yazarla röportaj
yaptık. Kendisi bize “yazar hep bir yerlerden esinlenir” dedi. Mesela bir kadın, bir adamdan… Siz
nelerden esinleniyorsunuz?
Yaşadıklarımdan,
etrafıma gördüklerimden, ben de iz bırakanlardan. Allahtan meraklı bir insanım
ve bana ilginç gelen olayların ya da insanların izini sürüyorum. Örneğin, vefat
eden diplomatların cenazelerine gelen İsrail heyeti dikkatimi çekti, araştırma
sonucunda Türk Diplomatlarının 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’daki Yahudileri kurtardığını
öğrendim ve Nefes Nefese’yi yazdım. Fırat’ın üzerindeki köprü ilgimi çekince,
hikâyesini dinleyip Köprü’yü yazdım. Bosna’daki savaş ve soykırım Sevdalinka’yı
yazmayı ilham etti.
İlham kaynaklarınız nelerdir?
Tıkandığınızı düşündüğünüz zamanlar için geliştirdiğiniz refleksleriniz var mı;
açık havada bir yürüyüşe çıkmak ya da kendinize yaptığınız bir fincan Türk
kahvesi gibi?
İlham
kaynaklarım, derdi hiç bitmeyen yurdumun meseleleri. İnsan bu ülkede yaşarken
konusuz kalmaz. Tıkandığımı düşündüğümde, yazmayı hemen bırakır kitap okurum.
Bazı haber kaynaklarında çok
çalışmaktan kolunuzu sakatlandığınız yazıyor. Nasıl bir çalışma rutininiz var?
Disiplinli ve sürekli mi çalışıyorsunuz? Yoksa romanı tamamladıktan sonra bir
rahatlama sürecine girdiğiniz oluyor mu?
Sürekli ama
disiplinsiz çalışıyorum. Sekiz torunlu biri disiplinli çalışamaz. Önceliklerim
her zaman çocuklar ve ailem. Bu nedenle herkesin uyuduğu sabah saatleri, 6-10
arası en verimli zaman benim için. Bir kitap tamamlanınca, rahatlamak bir yana, en kötü evreye girerim. Röportajlar,
televizyon programları, imza günleri… Rahatım iyice kaçıyor ve benim açımdan
hiç yaratıcı olmayan bir dönem başlıyor.
Başka sanat disiplinlerine ilginiz
var mı? Mesela bir resim sergisini ya da bir Türk müziği konserini ilham
kaynağı olarak aldığınız oluyor mu?
Müzik ve
resim benim ilgi alanlarım, ilham alanlarım değil. On yıl boyunca Resim Heykel
Müzeleri Derneği’nin Yönetim Kurulu’ndaydım. Özellikle çağdaş resimle sıkı bir
ilişkim var. 5 yıl Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nin jurisindeydim. Her mevsim en
az 40 oyun seyretmek zorunluluğu vardı. Sanat dallarını birbirinden ayırmak
zaten mümkün olmuyor. Hepsi birbirinden beslenen disiplinler. Bir de şunu
söyleyeyim, iham öyle bir köşeden, bir besteden ya da bir tuvaldeki fırça
darbesinden belirivermiyor. Oturup çalışıyorsunuz saatlerce, günlerce. İlham
dediğiniz, sabırla çalışmaktır.
Günümüz Türkiye’sini ve içinden
geçtiğimiz süreci tanımlamak istersek hangi kelimeleri daha çok kullanırdınız?
Şizofrenik.
Siz de Başbakanın yazarlarla yaptığı
kahvaltıya katılmıştınız. Hükümetin son dönem açılımla ilgili çabalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz.
O açılıma
çok destek vermiştim. İlk kez bir iktidar masa başında uzlaşma yoluna gidiyor
diye sevinmiştim. Ne yazık ki sonunu getiremediler. Seçim öncesinde açılım
yapmak kolay değil, neticeyi görmek için seçim sonrasını bekliyorum.
Leyla Zana’nın biyografisini yazmak
istemiştiniz. Bu düşüncenin arkasındaki temel motiveniz neydi?
Hapse
atılmış bir kadın milletvekilinin hayatı kime ilginç gelmez ki! Benim bilmediğim, tanımadığım bir coğrafyayı
ve o bölgenin yaşam tarzını da temsil de ediyordu üstelik. Ne yapalım, nasip
değilmiş.
Sizce İstanbul ya da Ankara gibi
büyük şehirlerde yaşayan yazarların doğuya bakış açısında kör noktalar var mı?
Oryantalist bir bakış açısıyla gerçeklerin bütününden uzaklaşıldığı oluyor mu?
Doğuyu
görmeden, orada yaşamadan Türkiye’yi anlamak ve resmin bütününü görmek mümkün
değildir. Doğuya dair yazmak isteyenlerin önce o coğrafyada bir kış geçirmeleri
gerekiyor. Oryantalist bir bakış açısına değil çok realist bir bakış açısına
sahibim. Kürtlerin yaşadığı bölgede orta çağı yaşamakta direnen insanlar da var,
kendini çok geliştirmiş insanlar da var.
Bazı yazarlar kitaplarının tanıtımı
için reklam ajanslarıyla birlikte çalışıyorlar, profesyonel bir PR çalışması gerçekleştiriliyor.
Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsteyen
istediği gibi tanıtım çalışması yapar. Bizdeki mesele şuradan kaynaklanıyor,
tanıtım için para gerekli. Sonuçta parası olan ya da arkasında parayı
bastıracak grubu, cemiyeti olan yazarlar haliyle öne çıkıyorlar ve bu, iyi yazdıklarını ama gerekli tanıtımı
yapamadıklarını düşünenlerde bir burukluk oluşuyor. Adalet nerede var ki,
yazarlar arasında olsun? Bu durumu da kabullenmek lazım!
Sizin de takip ettiğiniz çok satan
yazarlar var mı?
Ben
gündemdeki meslektaşlarımın yeni çıkan kitaplarını mesleki bir merakla okumaya
çalışırım. Çok satıyorlar diye, bir Ahmet Ümit’i, bir İskender Pala’yı, bir Ece
Temelkuran’ı okumayacak halim yok, herhalde! Keyifle okuyorum hepsini.
Kitabınız basıldıktan sonra satış
rakamlarıyla ilgileniyor musunuz? Yoksa kitap basıldıktan sonra tek odağınız
gelecekteki projeler mi oluyor?
Hiç ilgilenmiyorum,
ilgilenmeye kalksam anlamam da zaten. Benim kafam, Hayat’da yazdığım gibi
rakamlara basmaz! Bu işleri benim için Barbaros Altuğ takip ediyor. Ben sadece
yazmakla ve okumakla meşgulüm
Son dönemde Osmanlı Tarihi’ne oldukça
fazla ilgi var. Bu ilgiyi ve son zamanlardaki gelişmeleri takip ediyor musunuz?
Muhteşem
Yüzyıl dizisine yapılanları hayret ve ibretle izliyorum. Bir dizi kaldırılsın
diye sancak ve bayrak altında yürümek için çıldırmış olmalı insanlar. Siz bir
de bu diziye onca yatırımı yapan kişinin halini düşünün! Onca emeği düşünün!
Biz toplum olarak hiç mi büyüyemeyeceğiz
acaba?
Sizin de aklınızdan bir gün yakın
tarihten sıyrılarak 15-16.yy Osmanlı Dönemi’ni anlatan bir kitap yazmak geçiyor
mu?
Geçiyor
idiyse bile, Muhteşem Yüzyıl’a yapılanlardan sonra vazgeçtim.