HER ŞEYİ BİLEN ADAM…
Socrates’in ünlü bir sözü vardır. “Tek
bildiğim hiçbir şey bilmediğim”. Kendi öğretisinde; öğrencilerine sorular
sorarak; ne kadar çok bilgiye sahip olduklarını ya da yine sorular sorarak; ne
kadar çok şeyi bilmediklerini gösterir. Bilgi engin bir deniz... Her şey
hakkında bilgi edinmemiz imkânsız. Ama bilen birileri de var. Orhan Koloğlu’na
Cumhuriyet ve oluşumu hakkında bilmediklerimizi sorduk ve neler bilmediğimizin
farkına vardık. Cumhuriyetin tarihi, meşveret ve dünyanın en büyük fikir adamı
Atatürk…
Siz kendi bakış açınızla bize Atatürk’ü
anlatır mısınız?
Atatürk'ü
yanlış anlatıyoruz. Benim bu konuyla ilgili kitabım da var. Kendi toplumumuzda
ve İslam dünyasında Atatürk nasıl algılanmış? Basın Ataşesi olarak Pakistan'da,
Libya'da, Cezayir'de, Beyrut'ta vs. yerlerde görevli olarak çalıştım.
Çalışmalarımda hem batı var, hem de İslam dünyası… Ben burada gördüm ki bizde
ki yanlışlık şu: Öyle büyük işleri vardı ki her şeye “Atatürk” dendi.
Normaldir… Toplum bunu yapabilir ama ölümünün üstünden 60 sene geçmiş ve Atatürk,
sanıldığı gibi her şeyi icat etmiş bir adam değil. Atatürk muazzam bir düşünür.
Kendi dönemindeki bütün tartışmaları okuyup, tahlil edip; bir karara varmış.
Böyle bir tahlil kabiliyeti, dünya tarihinde nadirdir.
Bizde Cumhuriyet
kelimesi ne zaman telaffuz edilmeye başlanmış? Düşünürlerimizde, İslami
çerçevede bu nasıl filizlenmiş? Cumhuriyete nasıl bakılıyor? İlk önce bunlara
bakmak gerek. Cumhuriyet kelimesine mutlaka bir sempati yok ama İslam'da meşveret var.
1898 yılında
Kahire’ de Jön Türklerin çıkardığı bir dergi vardır. İmamet ve hilafet risalesi
ilk önce bu dergide teşrif ediliyor, daha sonra broşür olarak basılıyor. Kırk
sekiz sayfalık bir broşürdür bu risale. Bunun ilk otuz sayfasında meşveretin ne
olduğu anlatılır. Halkın nasıl yönetildiğinden fikirler alınırken halka nasıl
danışıldığından bahseder. Diğer bölümlerinde ise; Osmanlı da meşveretin nasıl
uygulanması gerektiği ile ilgilidir. Hilafa-i Raşidin’den sonra meşveret
dışlanmıştır. Sultan gelir ve yalnız Sultanlar karar verir. Risalede “Bu durum İslam’a
aykırıdır” tezi bulunur. Dikkat edin… O
dönemde bizim halifemiz var ve Abdülhamit’te anayasayı iptal etmiş. Risale bunu
eleştiriyor. “Meşveret Cumhuriyet demektir” diyor ve bu eserin içinde bunu 11
defa tekrarlıyor. Cumhuriyet dediğiniz zaman, Atatürk bunları okumuş işte… Yani
biz,“Atatürk her şeyi icat etti” lafını bırakacağız...
Yani paragrafın başına da bakmak gerek
diyorsunuz.
Tabii
ki. Tarih, toplumsal değişme ve
demokrasi düğmeye basınca olmuyor. Batı dünyası 700- 800 senede demokrasiye ulaşabildi.
Ulaştığı halde Hitler gibi biri ortaya çıktı. Benim toplumum birdenbire nereden
demokrat olacak? Cumhuriyet birden bire nereden ortaya çıkacak? Atatürk’e fikirler gelir ve Atatürk’te araştırır.
Atatürk’ün de bütün özelliği buradadır. Atatürk’ün 1919 a kadar hiçbir eylemi
yoktur. Arkadaşları hatıralarında bize “Atatürk dedi ki “derler ama bu bir
eylem değildir. Hatta ittihat ve Terakki’nin içinde iken Atatürk ;“Askerler
siyasete karışmasın” der ve çekilir. Talat paşa ve Enver paşa ise aktif olarak
siyasettedir. Atatürk eylemci değil; Atatürk “düşünen adam”.
Atatürk, sadece Cumhuriyet Konusunda mı bu
şekilde davranmış yoksa örnek verebileceğiniz farklı konular da var mı?
Anlattıklarınız tamamen farklı bir bakış açısı ve merak uyandırıcı...
Farklı
örnekleri de var. Serbest piyasa konusuna gelelim. Avrupa dünyaya nasıl hâkim
oldu? Serbest piyasa ile oldu. Avrupa serbest piyasayı nasıl kurdu? Soyarak
kurdu. Amerika’yı, Hindistan’ı, Afrika’yı kim soydu? Kendi ülkelerinde
halklarına serbest piyasa kurallarını koydular, diğer tarafta başka ülkeleri
soydular. Sabahattin Çıkar, bizde serbest piyasayı en çok savunan kişidir. Unuttuğu
nedir? Kapitülasyonları unutmuş. Kapitülasyon varken serbest piyasa olabilir
mi? Bütün yönetim ticari, iktisadi, idari batılıdadır. Atatürk’ün ilk yaptığı
iş nedir? Kapitülasyonları kaldırmaktır. 1908’de ittihatçıların yeni hükümet
kurulunca ilk getirdikleri karar yine kapitülasyonların kaldırılmasıdır.
Kaldırılır ama Avrupa yine mani olur. 1914’te savaşa girerken yine kapitülasyonlar
kaldırılır ama İstanbul işgal edilince yine yürürlüğe konulur. Atatürk de
bunları yaşadığı için Lozan’da en büyük mücadelesini kapitülasyonlar için
verdi. Musul’u bile gözden çıkarır ama kapitülasyonların kaldırılmasından taviz
vermez.
Atatürk serbest piyasaya karşı mıydı?
Atatürk
serbest piyasaya karşı mı? Hayır. 1922’deki İzmir kongresinde serbest piyasa
lehinde bir konuşma yapar. 1929’a kadar bizde serbest piyasa uygulaması devam
eder ama kapitülasyonsuz olarak. 1229’da ekonomik kriz yaşanır. Amerika bile
yaşar. Amerika çözümü devlet sistemi getirmekte bulur. Atatürk’te devlet
ekonomisini getirir. Aydınlar bu duruma karşı çıkar ama o zamanın şartları
düşünüldüğünde akıllıca bir çözümdür. Bir de zamanlamayı çok iyi bilen bir
adam.
Bu özelliklerini nasıl kullanmış?
Hüseyin Cahit
siyasi olarak sevmediği bir adam ama 1928’de Latin harflerini kullanmaya karar
verdiği zaman Hüseyin Cahit’i kullanır. Lider özelliği var. Liderlik, sizin
benim yapabileceğimiz bir şey değil. Biz Atatürk’ü yanlış anlatmaktan çıksak;
bugünleri daha iyi anlayacağız. Dikkat edin bugünkü tartışmalarda hala konu
Atatürk. Ben 1947’de gazeteciliğe başladım. Bizim demokraside yaptığımız
hataların hepsini yaşadım. Rezalet... Savcı telefon ediyor; o haberi koyma
içeri girersin. Böyle bir şey olamaz. Demokrasi var değil mi? Biz kendi
özeleştirimizden korktuğumuz için Atatürk ya da İnönü diyoruz. Bunlardan çıksak
artık çok iyi olacak.
İnönü için de çok eleştiriler yapıldı ve hala
da yapılmaya devam ediyor...
İnönü’yü de
eleştirirler ama ben 2. Dünya savaşı yıllarını yaşadım. İnönü, seni tüm dünya
felaket içindeyken savaşa girmekten kurtarıyor. Sen hala İnönü’yü
eleştiriyorsun.
Bıyığını bile eleştiriyoruz...
Evet… Bıyığına
da laf ediyorlar böyle bir anlayış olamaz... Efendim, İnönü ekmek karnesi
yapmış. O zamanki yıllarda bütün gençlik askere alınıyordu. Benim dayım mimardı
5 sene hudutta asker olarak görev yaptı. Alman tankları gelirse köprüyü
yıkacak. Dayımın hayatı gitti. Yani böyle bir ortamın içinde İnönü’yü suçlamak;
kendi yeteneksizliklerini özeleştiriden kaçarak kapatma tezgâhıdır. Kendi
yaptıklarını bir hesap etsinler. Ben Atatürk dönemine İnönü’yü de katarım. Herkesin
hataları vardır ama demokrasiyi kurmuş ve seçimi kazanan partiye elini vermiş
mi? Benim için önemli olan da bu.
Ecevit’e liderliği teslim eden yine
İnönü’dür. Liderliği teslim etmesi ise; art niyetten uzak bir davranış gibi
gözüküyor…
Gayet tabii…
Bayar’a teslim etti; hatta 1950 de genelkurmay askeri darbe yapacak diye laf
çıktı ama en sonunda İnönü halk kahramanı oldu. İnönü’de içinde bulunduğu
koşulları kullanmasını bilen bir adamdı. Bizdeki toplumsal hata; dönemleri kendi
şartları içinde ele almayıp; onu eleştirip kendini temize çıkarma çabasıdır.
Dönemi kendi şartları içinde değerlendirmek
gerekliliği bir gerçek… Siz 1920’leri
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Atatürk’ü
Musul’u vermesinden dolayı da eleştiriyorlar. Ancak Atatürk, o dönemde
kapitülasyonları kaldırmakla uğraşıyordu. Lozan görüşmelerinin ilk döneminin
kesilmesinin; Avrupa’nın görüşmeleri reddetmesinin en büyük sebebi;
kapitülasyonlar. Çünkü Atatürk biliyor; kapitülasyonlar kalkmazsa bağımsız bir
devlet olmamız mümkün değil. Meclisteki gizli oturumdaki tartışmalarda, “ Biz Musul
için 100 sene daha harp edelim” ya da “Ne Musul’u? Bağdat’ta bizimdir gidip
alalım.” gibi söylemler oldu. Atatürk, artık milletinin savaşabileceği kadar
savaştığını biliyor ve barış yapmaya çalışıyor. Neden İngiliz savaşıyor? Bunun
sebebi gayet açık: petrol. Bir kitap var Tunuslu Esad isimli biri tarafından
yazılmış ve Fransızcaya da çevrilmiş. Kitabın adı “Allah Büyüktür”. Bir pasaj
var kitabın içinde, Atatürk’ü övdükçe övüyor ama bir yerinde “Tek bir hatası
vardı. Musul’u vermemeliydi” diye yazıyor. “Allah büyüktür ama petrol daha
büyüktür.” diye de ekliyor. Müslüman yazıyor bu kitabı.
Hala petrol ile ilgili sorunlar tüm hızıyla devam
ediyor...
Bugünkü Irak
meselelerinde de aynısını görüyoruz. Görüş meselesi bu ve Atatürk, Musul’u
alamayacağının farkında. Nitekim Atatürk inat ediyor ve Musul meselesinin
uluslararası bir komisyona devredilmesini sağlıyor. Fakat İngiliz bu komisyonu
satın aldığı için karar İngiliz lehine çıkıyor. İyi bakmamız lazım. Bizim için o
şartların içinde; kapitülasyon mu daha önemliydi ve Petrolu alsaydık ne olurdu?
Belki de savaş devam edecekti ve bir tercih
yapmamız gerekiyordu…
İngiliz
bırakır mı petrolü? Atatürk’ün şahane bir karşılaştırma kabiliyeti var.
Atatürk’ün bütün çalışmalarını ve onun hakkında yazılmış batı kaynaklarını
mukayese ederek de bu sonuca ulaştım.
Batı ve Doğu’nun da söylediklerini
araştırdınız…
Hatta bütün
İslam dünyasının… O zamanlar kapitülasyonların öneminin Araplar farkına bile
varmazlar. Ama kapitülasyonların kaldırılması üzerine, “Türkler bütün hakları
aldı biz niye alamıyoruz ?”diye İran, Suriye, Mısır ve Lübnan da eylemler
başlar. Demek ki Atatürk ne yapacağını
biliyor. Bilhassa Toplumumuzu özeleştiriye yönlendirmemiz gerekir.
O günün koşullarında Cumhuriyetten bahseder
misiniz?
Cumhuriyetten
bahsederken hilafete ve hilafetin kaldırılmasına da değinmek gerek. Bizde,
Atatürk hilafeti kaldırdı zannediyorlar. Ancak 1870’lerden itibaren yani
Abdülhamit’ten de önce İngilizler, Arap hilafeti kampanyasını başlatmışlardı.
Halifeliğin Arabistan’a geçmesi çalışmalarından
bahsediyorsunuz. Bunun altında yatan sebep nedir?
Hindistan’a
İngiliz hâkim olmuş. 1856-57 gibi İngiliz, Hindistan’ın tam hâkimi olmak
üzereyken Müslümanlar ayaklanıyor. Müslümanlar, Osmanlı halifesine yardım için
başvuruyorlar. İngiliz’in korkusu budur. 19. yy da Osmanlı’nın tamamen yok
olmasını da engelleyen de yine İngiliz’dir. 1798 ‘de Napolyon, Mısır’ a çıkar.
Mısır’dan Suriye’ye yürür. İngiliz donanması, Fransızların donanmasını yaktığı
için Napolyon geri dönmek zorunda kalır.
Yoksa Osmanlı’ya doğru devam edecekti.
Kurtuluş Savaşı yapılamadan Osmanlı yok olabilirdi...
Tabii ki…
1829 da Ruslar Edirne’ye kadar gelirler. İstanbul’a gelecekler. İngiliz
durdurur. İngiliz, o zaman dünyanın en büyük gücü. 1830 ile 40 arasında Mısır
valisi Mehmet Ali Paşa, Fransız’larla işbirliği yaparak ayaklanır ve Kütahya ya
gelir. Konya da zafer kazanır İngilizler Mehmet Ali Paşa’yı durdurur. Suriye ile Filistin ı bize geri verir. 1854-56
kırım savaşında İngiliz donanması Kırım’a asker çıkarır ve bizi kurtarır. Bizim
artık gücümüz kalmamış. 1877-78 savaşında Ruslar İstanbul’a girer ve biz
balkanları Rus’lara bırakırız. Dört ay
sonra Berlin antlaşmasında Balkanları bizlere geri verdiren yine Avrupa
birliğidir. Başında da İngiliz vardır. Şimdi bu ortamda halife, Müslümanlara “İngiliz’lerle
dost olun” mesajı gönderir.
Halife Hindistan’ın yardım çağrısını cevap
veremedi çünkü İngiltere ile müttefikti diyorsunuz…
Başka çaresi
yoktu; çünkü o zamanlarda bizi İngiliz koruyordu. Fakat Hindistan’ın yapısı
gariptir. Hindu çoğunlukta ama Müslüman azınlıktadır. Azınlıktadır ama
nüfusları yetmiş milyondur. Hintli Müslümanlar kendilerine lider bulamadıkları
için halifeyi lider olarak görürler. Cuma günü olan hutbelerinde Osmanlı
Sultanına saygıda bulunup; sürekli ondan yardım beklerler. İngiliz bu korku
içindedir. Ayrıca İngiliz 1700’lerden beri Arap yarımadasının bütün
bölgesindeki limanlarıyla ticari ilişki kurup limanları satın almıştır. Arap yarımadasına,
hatta Yemen’e sahiptir.
Anlattıklarınıza göre İngilizler, Müslümanlar
arasında Halifelik Osmanlı’nındır anlayışının tekrar güçlenmesinden
korkuyorlardı. Arap hilafeti kampanyasının asıl sebebi de buydu.
Elbette. İngilizler
Hindistan’daki hareket bir gün canlanır ve Hintliler Osmanlarla ortak
çalışmalar yapar düşüncesiyle Arap hilafeti kampanyasını başlatır. Mısırı alınca
bu sefer açıkça kampanya Mısır’da başlar. Zaten Abdülhamit ile olan kavgaları bu
sebeple başlamıştı. Abdülhamit, İngiliz karşıtı değildir ama bu kampanya
başlatılınca mecburen karşıt olur. Çaresi yoktur. İngiliz ve Arapların içinde de “Türkler
zaten gâvurdur, Araplar gibi Müslüman değildir” kampanyasını muazzam bir
şekilde yürütür.
Tıpkı ittihatçılar için Yahudi, mason
yakıştırmasını yaptıkları gibi.
İngiliz çok başarılı… Bu kampanyayı başlatırlar
ve en sonunda bütün Arap yarımadasındaki Arapları paraya bağlarlar. Düşünün;
Şerif Hüseyin’e ayda 20.000 altın, Suudi’lere ayda 5.000 altın bağlarlar. Şerif
Hüseyin’i savaş başladığında ayaklandırırlar. Hatta Suudi’lere “sizde yürüyün”
derler ama Suudi’ler aldıkları paranın Şerif Hüseyin’den az olması sebebi ile
teklifi kabul etmezler. Kazanç meselesi tabi ki. Daha sonra Osmanlı devrilir.
İstanbul’a da girerler. İstanbul işgal altında.Sarayın karşısına da topları
dikmişler, Vahdettin’i başa geçirirler.
Vahdettin başa geçince ne yapar?
Vahdettin
Elli yedi buçuk sene sarayda kalmış hiçbir şey yapmadan, Abdülhamit adama
politika yaptırır mı? İttihatçılar da yaptırır mı? Adam hiçbir şey yapmamış, sonra
birden bire batan devleti kurtar diyorlar. Gazel… Vahdettin de İngiliz’e selam
duruyor. Çok doğal çünkü yapacak hiçbir şey yok. Şerif Hüseyin hilafeti ben
alayım istiyor. Bizim aklı esik Vahdettin de hala “Suriye ve Hicaz’ı bana
bağlayın, Halifelik bende kalsın” diyor.
Böyle aptalca bir hikâye devam ediyor. İngiliz Şerif Hüseyin’in
halifeliğini de istemiyor; çünkü Hüseyin iddialı Filistin, Suriye, Irak bana
bağlansın istiyor.
İngiliz’in Şerif Hüseyin’in halifeliğini
istememe sebebi nedir? Yine Şerif Hüseyin’i ayaklandıran İngiliz değil miydi?
İngiliz
istemez çünkü zaten bu topraklar Fransızlarla aralarında paylaşılmış. En
sonunda Suudileri yürütüyorlar ve Şerif Hüseyin’i kovalıyorlar çünkü Suudiler
de hilafete karşı duruyorlar. İngilizler, dünya siyasetini biliyorlar ve müthiş
bir oyun sergiliyorlar. Vahdettin ise; böyle bir ortam içerisinde hala Suriye
ve Hicaz’ın kendisine bağlanmasını istiyor.
Cumhuriyet kurulmadan önce tüm bunlar yaşanırken İngilizler Ağa han’a “Cumhuriyet
kurulsun ancak hilafet kalsın. Hilafetin merkezide İstanbul’da olsun” teklifini
götürüyorlar. Ağa han ise Şii’dir. Ne lakası var şimdi… Adamlar oynatıyorlar.
Vahdettin’e ayrıca hain yakıştırması yapanlar
da var. Sizce bunun ne kadar doğru?
Ben
kesinlikle hain lafını reddederim ama cahil. Vahdettin maalesef politikacı değil. Artık Sultan değil, sadece halife olduğu
halde İngilizlere beni kaçırın diyor. Halife İngiliz’le gider mi? Halifelik
hakkında Arap yarımadasında üç tane kongre yapılıyor. Atatürk, bu rezaletin
içinde hilafeti iptal etti. Yani iyi bakmak lazım… Zaten eğer hilafet devam
etseydi dahi, Araplar bunu kendi kongrelerinde tartışırlar ve “böyle bir
ortamda hilafet Avrupalıların güdümünde olur” deyip hilafetten vazgeçerlerdi.
Nitekim de Atatürk’ün düşündüğü gibi oldu.
Hilafeti kaldırdığı için bazı çevreler
Atatürk’e dinsiz yakıştırması yapıyor…
Atatürk’ün
getirdiği laikliği dinsizlik diye algılarlar ancak bizdeki laiklik Fransız
usulü değildir. Fransa dini tamamen dışlar yani kurum olarak devletin
dışındadır. Bizim kurum olarak Diyanet İşlerimiz devletin dairesidir. Atatürk
Osmanlı sistemini devam ettiriyor. Zavallı Atatürk…Bu kadar insanın yorumuna
kalmış çünkü.
Ama tüm bunlara rağmen mücadelesinden
vazgeçmeyip, emin adımlarla, kararlı bir şekilde yoluna devam etmiş.
Tam kararlı.
Tahlilini yapmış ve ne yapacağını adım adım hesaplamış. Zamanlaması harika… Şaşılacak
bir şey… Atatürk başa geçtiği zamanlarda, Avrupa kendi içerisinde büyük bir
kavga içerisindeydi ve burayı görecek gücü yoktu. Atatürk büyük bir başarı
getirdi ve içeriyi de temizledi. Avrupalı artık Türkiye ile uğraşamadı çünkü
Almanya’da Hitler ortaya çıkmıştı, Rusya’da Bolşevikler ayaklandı. Atatürk bu
durumu çok güzel kullandı. Atatürk o sırada Harika bir şey yapar; Balkan ve
Sadabat Paktlarını yapar ve bütün çevresini barışa çevirir.
Biz stratejik olarak ta karışık bir noktayız.
Öyle bir dönemde barış diplomatik olarak da en iyi çözümmüş gibi gözüküyor.
Bizim Orta
Asya’dan gelen Türkler; bula bula yerleşecek yer olarak en güzel yeri bulup;
Anadolu’ya yerleşmişler. Ancak stratejik olarak o kadar zor bir noktada ki.
Birçok ülkenin ortasındayız ama en güzel yeri seçmişiz. Bravo bizlere… Fakat bunun
da bir bedeli var tabi. Atatürk’ün de dehası burada işte. Düşünün savaş yaptığı
Yunanistan’la dostluk anlaşması yapıyor. Yunanistan’la en büyük dostluk, Atatürk zamanında kuruldu. Şerif Hüseyin in
oğlu Faysalı davet edip “sen bana ihanet ettin” demiyor. “Sen benim dostumsun”
diyor. 2. Dünya savaşında çevremizdeki tüm ülkeler savaş ve ayaklanmalarla
uğraşıyor. Şimdi bunun içinde bizim yeni bir yapı almamız lazımdı. İnönü’de
demokrasiyi getirdi. Ama %20 si okuryazar olan bir topluma demokrasi getirirseniz
ne olur işte bugünkü durum olur.
Bize biraz da Cumhuriyetin kazanımlarından
bahseder misiniz?
Cumhuriyetin
kazanımlarını en çok; bütün İslam dünyasının, Türkiye örneğine yönelmesinde
görüyoruz. Hatta örnek almanın da ötesine geçip; Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de,
sosyalist olma hareketlerine girer ve bizi de geçerler. Türkiye’nin yaptığı
dünyaya açılmadır. Atatürk’ün yaptığı ise; Tanzimat’la başlayan bir sürecin
zirvesidir. Tanzimat’la beraber Osmanlının bütün düşünürleri, artık eski usulle
yaşanamayacağını fark etmeye başlamışlardı.
“%20 si okuryazar olan bir topluma demokrasi
getirirseniz ne olur?” dediniz. Okuryazarlık oranı bizim demokrasiye geçişteki
tarihi sürecimizi nasıl etkiledi?
Bir gün
Japon tarihçiler ile tartışıyorduk. Onların çoğu da Türkçe bilir. Bizde
Tanzimat 1930’larda, Japonya’da da değişim 1950’lerde başlar. Hemen hemen aynı
zamanda başlıyoruz. Sordum: “1950 yılında Japonya da okuryazarlık ne kadardı?”.
“ Yüzde elli” dediler. Bizde ise %10’du. 1910 yılında Japonya’da kadın-erkek
okuma yazma oranı %100’dü. Şimdi bakınız geri kalmışlığımızı iyice hesap
etmemiz gerekiyor. Japonya, bu yüzden
adım adım dünyanın en büyük devleti olma yönünde ilerliyor. Biz daha okuma
yazma oranını çözememişiz.
Atatürk bu konuda neler yaptı?
Atatürk,
bütün köylere okul açmak için çalıştı. Eğitime önem verdi. Köylere de öğretmen
gitmeli ve köyleri tanıyan kişiler olmalıydı. Biz batı dünyasının 700-800
senede yaptığını Tanzimat’la çok hızlı yapmaya çalışmışız. Atatürk; Tanzimat’ın
bütün düşüncelerini tahlil edip pratiğe koyan kişi ve hatta zirvesidir ve bu
gelişmenin önünü de açık bırakmıştır. Benim yaptıklarım sondur da demiyor.
Bilakis çağdaşlaşma ne gerekiyorsa; onu yapın diyor.
Yazan Hande Sönmez
Yazan Hande Sönmez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder