20 Kasım 2010 Cumartesi

AŞKIN VE TUTKUNUN DANSI TANGO



Tango bir tutkudur; iki beden, tek bir ruhu oluşturur.




Kırmızı ve siyahın dansıdır tango. Müziği bile davetkârdır. Kışkırtır sizi. Pistte olmak istersiniz. Size bir el uzandığında reddetmek gelmez içinizden.





İyi bir tango dansçısı; ritmi ve iyi bir müzikal kulağı olan kişidir. Aynı zamanda kadına saygı göstermelidir ki, doğru zamanda doğru partner 
ile ne yapacağını bilebilsin. Kendisini kadına adapte eder. Kadının kendisini en iyi dansçı olarak hissetmesini sağlar. Kadın için dans eder. Eğer komplike figürleri zarafet içinde yapabiliyorsa, bu onun iyi olduğunu gösterir ve eğer partneri ile uyum içinde dans edebiliyorsa, o zaman mükemmel bir dansçı demektir.
Pablo Veron
..........
Tango dendiğinde ilk akla gelen, nedense tutku olur. Tango, aşkın ve tutkunun dansıdır. Kadın ve erkeğin her hareketinde, her bakışında ya da duruşunda tutkulu bir aşkın resmini görürsünüz. Aşk, müzik, beden dili, tutku, gurur, nefret, kavuşma, ayrılık... Yani iyi bir aşk hikâyesi görmek isterseniz; tango yapan bir çifti izlemeniz yeterli olur.
Tangoda iki beden tek bir ruh olur. Bizim aşktan da aradığımız bu değil midir?  Bir güç gösterisidir tango ve daha sonra da uzlaşma...”Güllerin Savaşı “ filminin dansa uyarlanmış hali gibidir.  
Kırmızı ve siyahın dansıdır tango. Müziği bile davetkârdır. Kışkırtır sizi. Pistte olmak istersiniz. Size bir el uzandığında reddetmek gelmez içinizden.
Al  Pacino’nun emekli olmuş kör bir subayı canlandırdığı “Kadın Kokusu” filmindeki tango sahnesi de bunun en güzel örneği değil midir? Dans etmesini bilmeyen birini bile tango tutkunu yapabilir bu sahne. Taş bir kalp bile kör bir adamın tango tutkusunun karşısında eriyip gidebilir.
Bu tutkulu aşk; sizi yaralar ama gururundan yaralarınızı saramaz. Müziğin ruhunuzu iyileştirdiği söylenirken, tango ruhunuzdaki yaraya basılan tuz gibidir...  Canınız yanar ama yaranızı bir tek o dağlar...
Bu tutkulu aşkın dansı; içinde hüznünü de barındır. Hüznün sert adımları olarak ta tanımlanan tango için; tangonun büyük şair ve müzisyenlerinden Santos Discepolo; "Tango, dans edilen hüzünlü bir düşüncedir" der.

Bu hüznün nedenlerinden biride tango müziğinde kullanılan Bandoneon’dur. Bandoneon yaklaşık bir metre açılıp uzayan bir Akordeon'a benzer ve içinden kırk kör kuşun seslerinin çıktığı bir müzik aleti olarak da tanımlanır. Bu kırk kör kuşun bir öyküsü de vardır:

"Eskiden güzel ötsün diye ötücü kuşlar, gözlerine iğne batırılarak kör edilirmiş. Kör olan kuş, görme yetisi yoksunluğundan olsa gerek öterken öylesine güzel, lirik, hüzünlü bir ses çıkartırmış ki, en duygusuz insanın bile yüreği titrermiş."



Günümüzde ise tango, sadece belli bir kesimin tercih ettiği bir dans türü olarak benimsense de aslında tangonun ortaya çıkış öyküsü sıradan ve acılı insanlara kadar uzanıyor.

1800'lü yıllarda Arjantin'deki genelevlerden çıktığı bilinen tango, Latince dokunmak anlamına gelen "tangere" kelimesinden türüyor. Buenos Aires'e yerleşen milyonlarca göçmenin buraya kendi müziklerini, örf ve adetlerini beraberinde getirmesiyle hüzünlü serüvenine başlayan tango, büyük ümitlerle topraklarını terkeden, kendilerini büyük kentin karmaşası içinde bulan bu insanların duygularıyla ortaya çıkıyor.

Bu yıllarda yaşanan göçün olumsuz sonuçları, düş kırıklıkları, kadınları genelevlere sürüklerken, erkekler de içki kadehlerinde ve kadın kokularında tesellilerini aradılar. Tango müziği, onların yalnızlıklarını ve öfkelerini bir kat daha artırıp bir keder ve ölüm dansı olarak kabul edilirken, günümüzde de tutkunun ve aşkın dansı olarak efsaneleşiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder